15 Eylül Prostat Kanseri Farkındalık Günü

 Sağlıklı bir erkeğin hayat boyu prostat kanserine yakalanma riski yaklaşık olarak %17’dir. Bu yüzdelik oran da 45 yaşından sonra tüm erkek hastaların herhangi bir şikayet beklemeden prostatla ilgili kontrol yaptırmasının ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor aslında. Özellikle en önemli risk faktörlerinin başında yaş ve aile öyküsü gelen prostat kanseri hakkında merak edilenleri ve ameliyatsız tedavi yöntemlerini Liv Hospital Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Eymen Gazel yanıtladı.
 

Prostat nedir? 

Prostat, erkeklerde bulunan ve mesane (idrar kesesi) çıkışına yerleşmiş bir organdır. Normalde 20 gram civarı bir ağırlığa sahip olan bu doku özellikle 40 yaşından sonra büyümeye başlar. 

 

Hem iyi huylu hem de kötü huylu prostat hastalıkları sıklıkla görülen hastalıklardır. Orta yaş üstündeki erkeklerin yarısından fazlası prostatla ilgili bir hastalığa sahip olabilir. Prostat hastalıkları; prostatın iyi huylu büyümesi yani benign prostat hiperplazisi (BPH), prostat kanseri ve prostat iltihabı (prostatit) şeklinde sınıflandırılabilir.

Prostat kanseri nedir?

Prostat kanseri, erkeklerde en sık görülen kanser türüdür. Kansere bağlı ölümlerde ise ikinci sırada yer alır. Sağlıklı bir erkeğin hayat boyu prostat kanserine yakalanma riski yaklaşık olarak %17’dir. Yani yaklaşık olarak her 6 erkekten biri prostat kanserine yakalanmaktadır. Bu sebeple, 45 yaşından sonra tüm erkek hastaların, şikayetlerin oluşmasını beklemeden prostatla ilgili kontrol yaptırması önemlidir. Bu şekilde yapılacak bazı tetkik ve tahlillerle, kişinin prostat hastalığı ile ilgili bir öngörüde bulunmak mümkündür.

Prostat kanseri risk faktörleri 

Prostat kanserinde en önemli risk faktörleri yaş ve aile öyküsüdür. 

 

Yaş: Prostat kanserinin yaş ile görülme sıklığı artar. 70 yaş üzeri erkeklerin %50’sinde, 90 yaş üzerindekilerin de hemen hemen hepsinde mikroskobik düzeyde prostat kanseri tespit edilmektedir. 

Genetik faktörler: Prostat kanserinin başlangıç ve ilerlemesinde genetik ve çevresel faktörler de etkilidir. 

 

Prostat kanserinin farklı ırklarda farklı oranlarda görülmesi ve ailesinde kanser öyküsü olanlarda daha sıklıkla görülmesi genetik faktörlerin etkili olduğunun göstergesidir. 

 

Yapılan bir çalışmada, düşük prostat kanseri görülme sıklığı olan Asya ülkelerinden Amerika’ya göç edenlerde prostat kanserinin görülme sıklığının arttığı izlenmiştir. Bu sebeple diyet ve çevresel faktörlerin prostat kanseri gelişiminde rol aldığı düşünülmektedir. Fakat bu faktörlerin tam olarak ne olduğu bilinmemektedir. 

 

Örneğin; sigaranın içinde bulunan kadmiyuma maruziyetin, doymuş yağdan zengin diyetin, obezitenin ve alkolün prostat kanseri riskini arttırdığını gösteren çalışmalar olsa da henüz tam olarak kanıtlanmış değildir.

 

İçerisinde “Likopen“ ihtiva eden yani koyu renkli meyve ve sebzelerin (domates, havuç gibi) prostat kanserinin görülme sıklığını azalttığını belirtilen çalışmalar da mevcuttur. Ayrıca soya fasulyesi, omega-3 ve selenyumdan zengin tüm gıdalar prostat kanseri görülme ihtimalini azaltır. 

 

Prostat kanseri belirtileri  

Lokalize prostat kanseri sıklıkla hiçbir belirti vermeden gelişir. Nadiren idrar yaparken yanma, zorlanma ve idrarda kanama, semende kanama gibi belirtiler görülebilir. Tarama testi yaptırmayan ya da tanı almış olmasına rağmen rutin kontrollerini aksatan bireylerde prostat kanserinin tedavisi gecikmiş olur. Bu durumlarda hastalık ilerlemeye başlar ve idrar yapmakta güçlük, idrarın tamamını boşaltamama, idrarda kanama gibi şikayetler görülebilir. İdrarın tamamının boşalmaması böbrek fonksiyonlarının da bozulmasına sebep olabilir. Prostat kanseri ileri evrelerinde kemik metastazları görülebilir. Bu durum yaygın kemik ağrılarına ve bazen kırıklara sebep olabilir.

 

Prostat kanseri nasıl teşhis edilir? 

Günümüzde sağlıklı bir erkeğin ileride prostat kanseri olacağını ortaya koyan bir erken tanı yöntemi yoktur. Artan yaş, etnik köken ve genetik yatkınlık prostat kanserinde ortaya konulabilmiş risk faktörleridir. Bu risk faktörlerinin ışığında hastalara erken tanı amaçlı testler yapılmaktadır. 

 

Ailesinde prostat kanseri öyküsü olmayan erkeklerde prostat kanseri taraması 50 yaş sonrası tavsiye edilirken, ailede prostat kanseri öyküsü olanlarda risk artmış olduğundan 40 yaş sonrasında prostat taraması tavsiye edilmektedir. 

 

Bu tarama tahlillerinden en önemlisi kanda bakılan Prostat spesifik anitjen (PSA)’dır. Bu tahlil sonucuna göre prostat kanseri açısından şüpheli kabul edilen hastalar, multiparametrik prostat manyetik rezonans (MR) görüntüleme yöntemiyle değerlendirilirler. Bu yöntem prostat dokusu içerisinde kanser varlığı hakkında önemli bilgiler sağlar. Kanserin kesin tanısı ise biyopsi ile koyulur.
 

Yapılan biyopsi sonrası prostat kanseri tanısı alan hastalarda tedavi, hastalığa bağlı faktörler (evresi, yaygınlığı) ve hastaya bağlı faktörler (genel durumu, yaşı, ek hastalıkları) göz önünde bulunularak planlanır.

 

Prostat kanseri tedavisi

Bu hastalığın ameliyatı günümüzde yaygın olarak robot yardımıyla yapılmaya başlanmıştır. Cerrahide robotun kullanımı tıp tarihinin en önemli teknolojik gelişmelerinden birisidir. Robotik cerrahinin üstün görüntü ve hareket kabiliyetine rağmen, bu ameliyat sonrası hayat kalitesini azaltan bazı komplikasyonlarla karşılaşılabilmektedir. Ameliyattan sonra idrar kaçırma bunların başında gelir. Bu komplikasyon eski yöntemlere oranla robotik yöntemde çok daha az görülse de hiç yoktur denemez. Ameliyatı gerçekleştiren ekibin tecrübesi ve ameliyatta kullanılan teknik bu komplikasyon oranını etkileyen faktörlerdir. Ameliyat olmak istemeyen ya da ek hastalıkları sebebiyle ameliyatı çok riskli bulunan hastalarda Radyoterapi de diğer bir tedavi seçeneği olarak sunulabilir.

 

Erken tanı ile prostat kanserine ameliyatsız tedavi 

Son yıllarda kanser tarama oranlarının artması ile prostat kanseri sıklıkla erken evrelerde tespit edilmektedir. Erken evrede tespit edilen tümör, küçük hacimli ve düşük riskli ise buna klinik anlamsız prostat kanseri denir. Bu gruptaki hastalarda cerrahi ve radyoterapi gibi mutlak küratif tedaviler bir süre ertelenebilir. Böylelikle bu tedavilerden sonra görülebilecek bazı zorluklar da ertelenmiş olur. Bu hasta grubunda aktif izlem (yakın takip)   yapılabileceği gibi fokal (bölgesel) tedaviler de tercih edilebilir.
 

Son yıllarda Nanoknife yöntemi, prostat kanserinin tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemi diğer fokal tedavilerden (kriyoablasyon, HIFU) ayıran en önemli özelliği ise işlem sırasında dokularda ısı artışı olmamasıdır. Bu sayede kanser lezyonuna komşu sinirler ve (üretra) idrar kanalı, işlemden daha az etkilenmektedir. Nanoknife işlemi bu bölgelere komşu lezyonlarda güvenle tercih edilebilir. İşlem sonrası hastalarda idrar yapma ve cinsel fonksiyonlarla ilgili bir bozukluk beklenmez. Hasta işlem sonrası 6 saatlik bir süreden sonra taburcu olabilir, günübirlik bir işlemdir (hastanede yatış gerekmez).
 

Anlaşılacağı üzere prostatla ilişkili hastalıkların birbirinden farklı tanı ve tedavi şekilleri vardır. Bu sebeple en baştan doğru tarama yöntemleriyle hastalara doğru tanı koyulması ve hastalar için en doğru tedavi seçeneğinin belirlenmesi çok önemlidir. 

 

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir